Kalbimin atışları hızlanıyor, çarpıntı geliyor. Göğsüm sıkışıyor sanki nefes almayacağım, aldığım nefes yetmeyecek gibi hissediyorum. Bazen de karnıma ağrılar giriyor. Ellerim uyuşuyor, karıncalanıyor gibi hissediyorum ama soğuk soğuk terliyorum da. Bir anda böyle geliyor, aklımdan felaket düşünceler geçiyor. Bazen de sanki bedenimden uzaklaşıyor gibi hissediyorum. Korkuyor ve endişeleniyorum.. Bu bedensel duyum ve duygulara en sık eşlik eden düşünceler ise;
-Kalp krizi geçiyorum, öleceğim.
-Kontrolümü yitiriyorum, fenalaşacağım.
-Çıldırıyor muyum, aklımı kaybediyorum.
Yaşanan ilk ataktan sonra kişinin kaygı duymaya başladığı, atak gelmediğinde dahi atağın gelme ihtimali yani ‘beklenti’ halidir. Aslında bu ataklar da hiç kalp krizi geçirmemiş, kontrolü kaybetmemiş veya aklını kaybetmemiştir. Ancak kişi için atak anı ile sonrası, ruhsal ve fiziksel açıdan oldukça yorucu olduğundan, kişi bunu bir daha yaşamamak adına hayatında ki bir çok eski alışkanlığı bırakmaya ve daha kontrollü olmaya başlar. Alınan bu önlemler ‘anlık’ olarak kişiyi, rahatlasa da panik atağını tamamen olumsuz yönde besleyen, önlemlerin zamanla yetersiz kaldığı ve yerine daha da rahatlatmaya yönelik çabalar içerisinde kişinin hayat kalitesini, mesleğini/eğitimini, işlevselliğini etkilemeye ve kişiyi bir nevi köşeye sıkıştırmaya başlar. Panik Atak hikayesi ile başlayan danışanların büyük bir kısmı panik atak ile mücadelesinde yaptığı rahatlatmaya yönelik davranışlardan dolayı ileri ki zamanlarda sıklıkla depresyon ve bağımlılık ek tanıları da almaktadır. En sık yapılan kişinin kendisini rahatlatmak için yapılan ama hastalığı olumsuz seyrine neden olan davranışlar ise;
- Nikotin, kafein gibi uyarıcı etkiye sahip şeyleri azaltmak.
- Eğer kişinin öyküsünde normalde de varsa alkol ya da yatıştırıcı maddeleri kullanımının artması
- Yanında bir kişi olmadan dışarıya çıkmamak ya da kaygının arttığı durumlarda telefonla yakınlarını aramak.
- Hızlı yürümek, merdiven çıkmak, koşmak, spor yapmak gibi kalp ritmini attıracak aktivitelerden kaçınmak
- Kendini güvende hissettiği insanların yanında kalmak, eğer çalışıyor veya okula gidiyorsa bunun dışında dışarıya çıkmamak.
- Dışarıya çıkacaksa yanında, evinde ise dolabında her zaman kendisine iyi geleceğine inandığı bir yiyecek, şeker, su vb. gıda ve sıvılar bulundurma.
- Bu önlemlerin rahatlatamadığı durumlarda hastaneye aciline gitmek. Her seferinde yapılan tetkiklerin temiz çıkması sonucu kişiye Diazem yapılması bazen de hiçbir müdahaleye gerek duyulmadan taburcu edilmesi
- Bu panik atak döngüsünden sonra sıklıkla hastaneye giderek check up’a girmek, muayene olma, ufak fiziksel belirtilerde (öksürük, gıcık tutma, ağrı vs.) kişi aslında birşeyi olmadığını bilse de rahatlamak için doktora gitmek gibi davranışların sıklaşması
PANİK ATAK DA GÜNCEL TEDAVİ VE PSİKOTERAPİLER
Panik Atak ile gelen kişiler genellikle uzunca bir zamanını bedensel belirtileri üzerinden yaşadıkları sıkıntıları tıbbi nedenlerle yorumlar, bazen de yorumlamak isterler. Bu nedenle de çok uzun yıllar psikiyatri ve psikologlar yerine çözümü hastanelerin Kardiyoloji, KBB, Nöroloji, Dahiliye gibi başka bölümlerinde arar, bir çok ilaç tedavisi görür ve başa çıkamadığı noktada psikiyatriye başvururlar. Psikiyatrik tedaviye başvuran hastaların ise bir kısmı tedaviye uyum sağlarken, bir kısmı da prospektüsü detaylı okur, yazan yan etkilerin kendisinde olması ihtimalinin daha da endişelendirdiğinden tedaviyi en başında bırakır ve kendisini rahatlatacak davranışlarına geri döner.
İlaç tedavisinden ise kişinin yaşadığı semptomlar ve panik atağın kemikleşmesine bağlı düzeylerde ilaç kişinin huzursuzluğunu belirli bir oranda azaltsa da, kişi hastalığını beslemeye yönelik davranışlara da devam ettikçe bir süre sonra ilaç yetersiz kalmaya başlayacak bu durumlarda ya ilaç değişikliği, doz artırımı gibi psikiyatristleri ile yola devam edilir veya kişi artık bir psikoloğa başvurması gerektiğini fark eder.
Ülkemizde genellikle Panik Atak üzerine EMDR, Bilişsel Davranışçı Terapi ve Şema Terapi en sık çalışılan alanlardır. Bu terapi ekolleri ile kişi panik atağının aslında ne olduğunu, düşüncelerini ve davranışlarının üzerine yoğunlaşarak hastalığını daha iyi tanır. Ancak kendi mesleki deneyimim ve gelen danışanlarımdan da gözlemlediğim, bu terapi ekolleri kişiyi farkındalıkla davranışlarının ve düşüncelerinin üzerine gitme ve hastalığı beslemeye yönelik davranışlarını yönetmeye yönelik ve bir nebze başarılı olsa da, aslında bu huzursuzluk ve kaygı duygusunun, beden aracılığıyla dile gelişinin nedenlerini, ruhsal çatışmaları ve duygulanımlar üzerine çalışmadığı için kişi bunları öğrense de duygulardan kaçamamaya ve tekrardan geriye gitmeye başlarlar.
ANALİTİK AÇIDAN PANİK ATAK
Önceki bir çok yazımda S. Freud’un ruhsal işleyişi açıklarken oluşturduğu topografik görüşünde; bu işleyişi altbenlik (id), benlik (ego) ve üstbenlik (süperego) olarak konumlandırdığını dile getirmiştim. Altbenliğin tamamen bilinçdışı bir alan olduğu, benliğin ve üstbenliğin ise bir kısmının bilinç düzeyinde olsa da büyük bir kısmının yine bilinçdışı alanda olduğu bizlere anlatmıştır.
Ruhsal işleyişte hepimiz için bilinçdışının nasıl bastırılarak, bütün bu arzu ve dürtülerinde nasıl bastırıldığını, büyük bir depo gibi olduğunu anlatıyor. Bizler eğer bu arzu ve dürtüleri bastırabiliyor ve bilinçdışında tutabiliyorsak bu endişe duyguları da su yüzüne hastalıklarla çıkmıyor. Ancak bu arzu ve dürtülerin bastırılamadığı ama bilinç düzeyine de ham bir hal de gelemeyeceği anlarda; işte bu bilinçdışı ve bilinç arasında olan bir nevi süzgeç gibi altta bastırılamayanın üste çıkmaya çalıştığı an da önbilince başka bir tasarıma dönüşerek hastalık semptomu olarak ortaya çıkar. Bu semptom ister panik atak olsun, ister sosyal anksiyete, ister obsesif kompulsif bozukluk isterse de diğer nevrotik kaygılar…
Freud kuramını oluştururken bu noktayı başka şekillerde öncelerde açıklasa da en sonunda şu şekilde değiştirdi: ‘’Bastırmanın endişe oluşturmadığı, endişe duygusunun kişi de bastırma oluşturuyor olduğu’’. Endişe, benlik için bir sinyaldir ve bilinç düzeyindedir, ona bir sinyal veriyordur. Size eski, çok erken döneme ait bilinçdışı şeyleri-düşünceleri-tehlikeleri hatırlatıyordur. Bilinç düzeyinde yaşanılan bu duygulanım aslında beden aracılığıyla verilen bir sinyaldir. Çünkü benlik her şeyden önce beden benliği olduğunu biliyoruz.
Bu nedenle de fobiler, panik ataklar, açık/kapalı alan korkuları, toplumsal kaygılar, obsesyonların yani kişi de endişe duygusunu bilinç düzeyinde uyandıran her şey bastırılamayan bilinçdışı çatışmaları hatırlatan bilinç düzeyindeki durumların, benliğe sinyalidir. Panik atak ve diğer tüm anksiyete bozukluklarında da kişinin bu bilinçdışı çatışmaları ise ödipal dönem sorunsallarıdır. Ödipal döneme ait kastrasyon endişelerinin bastırılamaması, eksiklik, cezalandırılma ve kastre edilme kaygıların, ödipal arzular ve yasaklar arasındaki çatışmaların bilinç düzeyinde başka bir yansıma ile tekrardan yaşantılanmasıdır.
Bu nedenle de ilaç tedavisi ve diğer terapi ekolleri düşünce ve davranışlara ağırlık verdiğinden duygular ve altında yatan nedenlerle ilgilenmekte; bu da bir nevi ağacın çürüyen, kuruyan dallarını budamak ancak buna neden olan ağacın kökündeki sorunlara dokunmamaktır. Ne kadar ağacı budarsanız budayın, sorunun kökenine bakılmadığı sürece ağaç her zaman hasar almaya devam edecektir. Bu nedenle de panik atak ve diğer tüm anksiyetenin altında yatan çatışmalar terapilerde çalışılmadığı takdir de ilaçların dozu artmaya devam edecek, kişi umutsuzlukla hastalığın girdabında sürüklenecektir.
Uzman Klinik Psikolog, Psikoterapist
Ceren TATAR
Comments